Eski eşyalarımızın özlemini duyarız bazen. Kimileri sevdiklerimizden kalan hatıralardır. Kimileri de sevdiğimiz bir yerden aldığımız için hep bir hatırası olan eşyalardır. Ben de bugün küçük ama benim için çok önemli olan bir eşyamı anlatacağım sizlere.
Dört köşesi de çizilmiş,
eskiden mavi olan şimdilerde yaşlandıkça altında grilikleri görülen bir radyom
var. Adı, Cızırtı. Mikrofonu andıran hoparlörün hemen üstündeki kara tekerleği
döndürdükçe kanaldan kanala atlar. Fakat iyi bir müzik dinlemek için artık
mavinin hiç gözükmediği antenini kaldırıp radyoyu cebime koyarak gezdirmem gerekir.
Günlerce çekmecede tıkılıp kalmanın sıkıntısını ufak bir gezintiyle atan radyo
boğazını temizledikten sonra başlar nağmeler çıkarmaya. Hele kendine gelip de güzel bir şeyler çalmaya
başlayınca radyonun cebimden dışarı taşan köşesinde, radyo elime geçtiğinden
beri takıldığını bildiğim tuşu zorlayarak sesi yükseltmeye çalışırım. Bazen de
defalarca tur atarım kanallarda, kızarım, cebimden çıkarır koyarım bir kenara.
İşte o zaman tiz bir ses duyulur. Bu sesin altından gelen yarım, kırık ezgi
akrabalıkları çekilmez bir dert bırakır radyoya: Ağlayan sözcüklerin altında
neşeli ezgiler. Acaba mavi değil de kırmızı olmayı düşünmüş müdür? Mavi erkek
rengi olduğuna dair toplumsal bir baskı vardır ya, dedem de bu nedenle mi satın
alırken mavi rengi seçti? Bilmiyorum. Tahminden öte değil.
Radyom, bana
yakınken ve bir de pili bitmezken maharetini gösterir. Dayanamaz, yeniden alıp
koyarım cebime, antenini sıkıştırmaya çalışırken biraz homurdanır ve sonra devam
eder çalmaya. Bilgisayarım ve müzik çalarım emrimden hiç çıkmadıkları için beni
daha çok memnu etseler de radyom kadar saygı duyulacak yaşta olmadıkları için
bu yazının anlatısı cep radyosu olma sınavlarından üç santimle elenmiş dedemden
kalma mavi radyomdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder